EDİTÖRÜN ÖNSÖZÜ: HALK İÇİN PSİKOTERAPİ: İLERİCİ BİR PSİKANALİZE DOĞRU

Psikoterapi, Psikanaliz, Akademik, Psiko-politik

10-15 dakikalık ücretsiz öngörüşme randevusu almak için iletişim
formunu kullanabilir veya doğrudan telefon ile mesaj gönderebilirsiniz.

İletişim Formu

Öne Çıkan Yazılar

Psikoterapi

Psikoterapist Olarak Danışanda Neleri Merak Ederiz?

Yazıyı Oku

Psikoterapi, Süpervizyon, Klinik

İyi Bir Psikoterapi Eğitiminde Beş Temel Bileşen Ve Kişisel Sentez

Yazıyı Oku

Psikologlar, Çocuklar

Çocuklarla Bilim Buluşmaları – Duygularımıza Yolculuk

Yazıyı Oku

Psikanaliz/Psikoloji dizimizin ondördüncü kitabı olarak Lewis Aron ve Karen Starr’ın, orijinali 2013’te yayınlanan Halk için Psikoterapi: İlerici bir Psikanalize Doğru başlıklı kitabının Türkçe çevirisini sunuyoruz.

Lewis Aron, ABD’nin en büyük psikanaliz eğitim kurumu olan New York Üniversitesi Psikoterapi ve Psikanaliz Doktora-sonrası Programı’nın direktörü ve İlişkisel Psikanaliz ekolünün kurucu önderlerindendir. Karen Starr ise daha genç kuşaktan olup, aynı programda psikanalist adayıdır.

Yazarlar, bu kitapta adeta psikanalizin psikanalizi gibi devasa bir işe soyunuyorlar. Psikanalizin halen belli bir entelektüel ve klinik bir canlılık taşımasına rağmen, hitap ve hizmet ettiği toplum kesimleri açısından bakıldığında kendisini oldukça dar elit kesimlerle sınırlandırmış olduğunu ve bu durumun da psikanaliz için ciddi bir bunalım anlamına geldiğini, Freud ve Ferenczi gibi kurucu babaların psikanalizi “halk için psikoterapi” haline getirme vizyonundan alabildiğine uzaklaşılmış olduğunu tespit ederek başlıyorlar analizlerine. Bu tespit üzerine baştan sona açık ettikleri temel dertleri ise psikanalizi “ilerici ve hümanist” bir eksene oturtmak için teorik bir katkıda bulunmak. Bu anlamda Aron ve Starr’ın kitabı, çok daha geniş toplum kesimlerinin psikanalizden faydalanabilmesini hedefleyen ilerici ve hümanist bir psikanaliz hareketinin kapsamlı bir manifestosu olarak görülebilir.

Aron ve Starr, bu yoldaki en önemli engellerin resmi psikanalizin öteden beri besleyip büyüttüğü çeşitli ikili karşıtlıklar olduklarını savunuyor. Bu ikili karşıtlıkların başında da psikanaliz ile psikanalitik/psikodinamik terapiler arasında yapılan zıtlaştırma yer alıyor. Yazarlar, psikanalizin haftalık seans sayısı ve divan üzerinden tanımlanmasını radikal bir şekilde eleştirerek, psikanalizin kendi içinde çok daha kapsayıcı ve çoğulcu olması gerektiğini, ikili karşıtlıkların bir kutbuna fanatikçe bağlanmak ve diğer kutbu reddetmek yerine bu kutupları diyalektik bir etkileşimsellikle kucaklamanın gerektiğini savunuyor. Yöntemler, yollar, teknikler, haftalık sıklık çok farklı olsa da, divan veya yüz yüze olsa da, bir terapi çalışmasını psikanalitik yapan şeyin terapistin niyeti üzerinden danışanın kendi iç dünyasına dair görünenin ötesine bakmaya davet edilmesi olduğunu belirtiyor.

Dört başı mamur psikanaliz ile psikoterapi arasındaki ayrım, çok sayıdaki kutuplaşmanın psikanalitik düşüncenin içine yedirilmesinden oluşmuştur. Sosyal, kültürel, politik, etkileşimsel ve kişilerarası unsurlar bireyin özerkliğine ve kendi kendine yetmesine imkân sağlayan bağımsızlığına sınır koyduğundan bizi kırılgan hale getirir. Bu unsurlar kültürel olarak feminen görüldüğünden, psikoterapiye de bu şekilde bölünerek yansıtılmıştır. Klasik dönemdeki ana akım psikanalizin bakış açısına göre bunlar “ben-olmayan” fenomenleriydi. Bu kutupların temelinde medeni ile ilkel, olgun ile çocuksu, Oidipal ile Oidipal öncesi, çatışma ile yetersizlik, suçluluk ile utanç, bilim ile sihir, tedavi ile bakım arasında yapılan bölünmeler yer alır. Psikanalizin, kadın/erkek, heteroseksüel/homoseksüel, siyah/beyaz, Yahudi olan/olmayan gibi hiyerarşik ayrımların ortasında yer aldığını göstereceğiz. Bu nedenle ırkçılığın, kadın düşmanlığının, Yahudi karşıtlığının ve homofobinin psikanalizin temelleriyle şaşırtıcı ölçüde ilişkili olduğunu düşünüyoruz.

Bu ikili karşıtlıklar diyalektik bir şekilde ele alınır ve psikanaliz de kendini daha esnek ve kapsayıcı bir şekilde ortaya koyabilirse, psikanalizin ilk zamanlarındaki tutkulu sosyal aktivizm de yeniden devreye girebilecektir.

Elizabeth Danto (2005), Freud’un ve erken dönemdeki psikanalistlerin tutkulu sosyal aktivizmini dikkatle belgelemiştir. Freud, Wilhelm Reich, Erik Erikson, Karen Horney, Erich Fromun ve Helene Deutsch, psikanalizi psikiyatrinin alt uzmanlıklarından biri olarak gören ve özel muayenehanelerinde çalışan kişilerden ibaret değildi. Onlar dünyayı değiştirmeye gelmişti! Psikanalizi bir sosyal değişim ve eğitim akımı, geleneksel siyasete, sosyal değerlere ve cinselliğe yönelik bir meydan okuma olarak görüyorlardı. “Halk için psikoterapi” (Freud, 1919b) hizmetini hedefleyen klinik hareketi gerek bireysel gerekse grup olarak destekliyorlardı. Danto, psikanalizin devrim niteliğindeki ilk yıllarında analistlerin kendilerini çocuk analizinden, grup çalışmalarından, kısa süreli tedavilerden, travma terapisinden, eğitim reformundan veya sosyal ve siyasi hareketlerden soyutlamadığını ortaya koyar. Psikanaliz, psikoterapinin ta kendisiydi; ötekisi değildi. Ne yazık ki, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından psikanaliz Amerika’da zirveye ulaşınca bu hümanistik sosyal aktivizm ve kamu psikanalizi geleneği Avrupa’da bir kenara bırakıldı. Eğer ki psikanaliz hayatta kalacaksa, bu ilerici geleneğin yeniden oluşturulması ve ana akıma taşınması gerekiyor.

İkili karşıtlıklardan çıkacaksak, Oidipal’e merkezi bir önem vermekten vaz geçeceğiz, Oidipal-öncesi ile de en az Oidipal kadar ilgileneceğiz; “analiz edilemez” kolaycılığı yerine belki en fazla “ben nasıl yapacağımı bilmiyorum” diyebileceğiz; intrapsişik kadar kişilerarası ilişkilere de, içgörü kadar deneyime de, söz/sembol kadar söz-öncesi ve sembol-öncesine de, dil kadar eyleme de, serbest çağrışım kadar eylemle canlandırmaya da, yorumlar kadar yorum-dışı müdahalelere de önem vereceğiz. Yazarlara göre böylesi bir tutum terapistlerin/analistlerin daha feminen ve daha kırılgan olması, daha doğrusu olabilmeyi göze alması demektir. Dolayısıyla “ilerici ve hümanist” bir psikanaliz, aynı zamanda feminen ve kırılgan bir psikanalizdir de.

Aron ve Starr’ın kitabı, tüm psikanaliz ve psikoterapi uzmanları ve öğrencileri için oldukça ufuk açıcı bir kitap. Ama bunun da ötesinde konuya uzaktan veya dolaylı bakan psikanaliz ve psikoterapiye meraklı meslekten olmayan okuyucunun da ilgisini çekebilecek bir kitap.

Özenli çevirisi için Uzm. Psk. Elif Okan Gezmiş’e, redaksiyon emekleri için Uzm. Psk. Hilal Akekmekçi ve Psk. Zeynep Kızılkaya’ya çok teşekkür ederim.

Yrd. Doç. Dr. Murat Paker

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Psikanaliz/Psikoloji Dizisi Yayın Yönetmeni

Temmuz 2017

Kitabın Künyesi

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları

Psikanaliz/Psikoloji Dizisi: 14

Dizi Yayın Yönetmeni: Murat Paker

Bu kitabın Editörü: Murat Paker

Çeviri: Elif Okan Gezmiş

Özgün Basım:  2013

Düzelti: Hilal Akekmekçi & Zeynep Kızılkaya

Yayın Yılı: 2017

Arka Kapak

Yazarlar, bu kitapta adeta psikanalizin psikanalizi gibi devasa bir işe soyunuyorlar. Psikanalizin halen belli bir entelektüel ve klinik bir canlılık taşımasına rağmen, hitap ve hizmet ettiği toplum kesimleri açısından bakıldığında kendisini oldukça dar elit kesimlerle sınırlandırmış olduğunu ve bu durumun da psikanaliz için ciddi bir bunalım anlamına geldiğini, Freud ve Ferenczi gibi kurucu babaların psikanalizi “halk için psikoterapi” haline getirme vizyonundan alabildiğine uzaklaşılmış olduğunu tespit ederek başlıyorlar analizlerine. Bu tespit üzerine baştan sona açık ettikleri temel dertleri ise psikanalizi “ilerici ve hümanist” bir eksene oturtmak için teorik bir katkıda bulunmak. Bu anlamda Aron ve Starr’ın kitabı, çok daha geniş toplum kesimlerinin psikanalizden faydalanabilmesini hedefleyen ilerici ve hümanist bir psikanaliz hareketinin kapsamlı bir manifestosu olarak görülebilir.

Murat Paker

 

*****

Dizi No 14

(2017). Halk İçin Psikoterapi: İlerici Bir Psikanalize Doğru (Lewis Aron  & Karen Starr) (çev. Elif Okan Gezmiş)

Özgün Eser: Lewis Aron & Karen Starr (2013). Psychotherapy for the People. Routledge: Taylor & Francis Group.

İçindekiler ve Önsöz

Psikanaliz kendini psikoterapiden farklı olarak olarak tanımlama noktasına nasıl geldi? Irkçılık, homofobi, kadın düşmanlığı ve anti-semitizm, psikoterapi ve psikanalizin yaratılmasında nasıl bir araya geldiler? Psikanaliz psikoterapi midir?  Psikanaliz bir “Yahudi bilimi” midir?

Psikanalizin ilerici ve hümanist kökenlerinden esinlenen Lewis Aron ve Karen Starr, Freud’un psikanalizin “halk için psikoterapi” olması gerektiğine yönelik çağrısının peşinden gidiyorlar. Psikanalizin kendisini her zaman nasıl bir “öteki”ne göre tanımladığına odaklanarak bir kültürel tarih sunuyorlar. Başlangıçta o öteki hipnoz ve telkindi; sonra psikoterapi oldu. Yazarlar, psikanaliz tarihinde yer etmiş, her biri hiyerarşik olarak tanımlanmış bir dizi ikili karşıtlığın izini sürüyorlar. Irkçılık, anti-semitizm, kadın düşmanlığı ve homofobinin yansımalarını takip ederek, psikanalizin, fallik erillik, içine girme, heteroseksüellik, özerklik ve kültürle bağlantı halinde, bağımlılık, dişil edilgenlik ve ilişkiselliği güçlendirdiği düşünülen telkin ve psikoterapiye karşıtlık üzerinden tanımlandığını gösteriyorlar. Aron ve Starr, Freud’un psikanalizi geniş ve esnek bir şekilde tanımlayan ilerici ufkuna dönüş yolunda öncülük ederek bu ikilikleri yapı-bozumuna uğratıp yeni bir çağ için onu yeniden canlandırıyorlar.

Halk İçin Psikoterapi, psikoterapistlerin, psikanalistlerin, klinik psikologların, psikiyatristlerin -ve onların danışanlarının- ve feminizm, kültürel çalışmalar, Yahudilik çalışmaları ile ilgilenenlerin okuması gereken bir kitap.

İletişime Geçin

Benimle iletişime geçmek için aşağıdaki formu doldurabilirsiniz.

PAYLAŞ